Dünya hayatı için üstad Necip Fazıl Kısakürek, der ki;
“Eti zehir,yağı zehir,balı zehir dünyada,
Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez”
Bazı insanlara dışarıdan da baksanız, yakından tanımasanız da bu dünya için yaratılmadığını düşünürsünüz.. Onlar eti zehir, yağı zehir, balı zehir bu dünyaya fazla gelecek kadar dürüst, çilekeş, civanmert, yiğit ve bir o kadarda naif ve incedirler. Dünya hayatını ve nimetlerini hep küçümsemişlerdir.
Dünya hayatı adına en ufak bir lekenin onlara bulaştığını müşahade edemezsiniz. Onları içinde bulundukları konum ile izah edilemez bir tevekkül ve doygunluk içinde bulursunuz. Çamurda yürüse de üzerine pislik bulaştırmayan insanlar gibi, onların da yaşadıkları hayatın kötü yönlerine bulaşmamalarını hayretle anarsınız. Menfaatlerinin ve hesaplarının değil, ideallerinin gösterdiği yerdedirler.
Uğrunda fedakarlık yapılacak mukaddesler ve inandıkları doğruları adına her türlü çileye katlanan bu alicenap ruhlar , bu özellikleri ile dost ve düşman, etrafındaki herkesin sevgisini ve takdirini kazanmışlardır. Böyle fedakar ruhların “Öyle er oğlu er yiğitler, adam gibi adamlar vardır ki , Allah`a verdikleri sözü yerine getirdiler. Onlardan bir kısmı ise sıralarını beklemektedirler“ diye tarif edildiğini bilirsiniz.
Necip Fazıl KISAKÜREK
MAB-ED
Namert Çağına inat,buruşmuş yüzlere inat,yalpalayanlara inat,maddi ihtiralara ram olmuşlara inat... Yine eğilmeden,bükülmeden,yalpalamadan gidiyoruz.Çizgisi olmayanlara,çizgisi hergün değişenlere inat aynı çizgide gidiyoruz
14.08.2010
DUA ve GÖZYAŞI
İki damla gözyaşı, tövbenin süsüdür. İki damla gözyaşı tövbesinin belgesidir. Gecenin koyu karanlığı içinde açılan avuca damlayan iki damla gözyaşı, duanın kanadıdır.
Duayla çiçek açan tövbenin, vicdanın, kalbin, aklın, kısacası bütün vücudumuzun dile gelip:
“Affeyle Allah’ım, sen bildirdin; ben bilemedim!
Affeyle Allah’ım, sen öğrettin; ben unuttum!” demesidir.
Beşer olmanın, insanlığın, insanın; insanı düşürdüğü yerde insanın kendini görmesinin adıdır tövbe.
Avuçlarımıza yanağımızı yaka yaka damlayan gözyaşı kalbimizi, vicdanımızı, ruhumuzu yakıp da kazanmıştır sıcaklığını.
Onun için yakıcıdır gözyaşı.
Hele tövbe için dökülen gözyaşı, daha bir yakıcıdır.
Pişmanlık vadisini boydan boya geçmiş, tövbe vadisine gelip Rabb’ine el açmıştır kul.
Yanmış, yakılmış, pişmiş ve “olmuş”tur.
İnsan tövbe vadisine geldiği zaman, şeytanın iplerinden kurtulmuş melek kanatlarının gölgesine sığınmıştır.
İnsan, yüce dergâha üzerindeki kirli kaftanı atıp beyazlara bürünmek için gelmiştir.
Peygamber Efendimiz (sas), “Günahtan tövbe eden, bir günah işlememiş gibidir.” buyurmuş.
“Kul bir günah işler, sonra da günahını itirafla tövbe ederse, Allah Teâlâ tövbesini kabul ve affeder.” buyurarak tövbe ve af kapının sonuna kadar açık olduğunu söylüyor Peygamber Efendimiz (sas) bir başka hadisinde.
Ne büyük bir müjdedir bu, günaha batmış olana!
Ne büyük bir çıkıştır bu, günaha dalmış olana!
Ne büyük bir haberdir bu, günaha boğuldum diyene!
Ne güzel bir dindir bu!
Ne güzel bir kapıdır tövbe!
Ne güzel bir arınma vadisidir tövbe!
Günah vadisinden, hata dağından, tövbe kapısından geçerek bizlere arınma imkanı sunan Rabb’imize şükrederiz.
Şükrederiz, daha nice nimetleri bizlere veren Rabb’imize.
Şükrederiz Rabb’imize, tövbe ederken bize iki damla gözyaşı
Anonim
Duayla çiçek açan tövbenin, vicdanın, kalbin, aklın, kısacası bütün vücudumuzun dile gelip:
“Affeyle Allah’ım, sen bildirdin; ben bilemedim!
Affeyle Allah’ım, sen öğrettin; ben unuttum!” demesidir.
Beşer olmanın, insanlığın, insanın; insanı düşürdüğü yerde insanın kendini görmesinin adıdır tövbe.
Avuçlarımıza yanağımızı yaka yaka damlayan gözyaşı kalbimizi, vicdanımızı, ruhumuzu yakıp da kazanmıştır sıcaklığını.
Onun için yakıcıdır gözyaşı.
Hele tövbe için dökülen gözyaşı, daha bir yakıcıdır.
Pişmanlık vadisini boydan boya geçmiş, tövbe vadisine gelip Rabb’ine el açmıştır kul.
Yanmış, yakılmış, pişmiş ve “olmuş”tur.
İnsan tövbe vadisine geldiği zaman, şeytanın iplerinden kurtulmuş melek kanatlarının gölgesine sığınmıştır.
İnsan, yüce dergâha üzerindeki kirli kaftanı atıp beyazlara bürünmek için gelmiştir.
Peygamber Efendimiz (sas), “Günahtan tövbe eden, bir günah işlememiş gibidir.” buyurmuş.
“Kul bir günah işler, sonra da günahını itirafla tövbe ederse, Allah Teâlâ tövbesini kabul ve affeder.” buyurarak tövbe ve af kapının sonuna kadar açık olduğunu söylüyor Peygamber Efendimiz (sas) bir başka hadisinde.
Ne büyük bir müjdedir bu, günaha batmış olana!
Ne büyük bir çıkıştır bu, günaha dalmış olana!
Ne büyük bir haberdir bu, günaha boğuldum diyene!
Ne güzel bir dindir bu!
Ne güzel bir kapıdır tövbe!
Ne güzel bir arınma vadisidir tövbe!
Günah vadisinden, hata dağından, tövbe kapısından geçerek bizlere arınma imkanı sunan Rabb’imize şükrederiz.
Şükrederiz, daha nice nimetleri bizlere veren Rabb’imize.
Şükrederiz Rabb’imize, tövbe ederken bize iki damla gözyaşı
Anonim
13.08.2010
HOŞGELDİN YA ŞEHR-İ RAMAZAN
Bildiğiniz gibi, mübârek Receb ve Şa’bân ayları ve içerisindeki mübârek kandiller (Regâib, Mi’râc ve Berât geceleri), âdetâ göz açıp kapayıncaya kadar, çabucak gelip geçiverdi. 11 Ağustos Çarşamba günü de, Ramazân-ı şerîf ayını idrâkle şereflendik.
Ma’lûm olduğu üzere yaşamaktan maksat iyi işler yapmaktır. Aslında bütün insanların yaratılmalarındaki maksad da, Allahü teâlâya ibâdet etmeleridir...
İnsanlar; âlemlerin ve bütün mahlûkâtın yaratıcısı olan ve bilumûm ni’metleri, iyilikleri gönderen Allahü teâlâ tarafından, ibâdet etmeye, boyun bükmeye, duâ etmeye, sığınmaya ve O’ndan yardım istemeye çağırılmışlardır.
HAZRET-İ ÂDEM’DEN BERİ...
Bir mukaddime olarak bunları belirttikten sonra şimdi biraz da, “Ramazân” ayı ve “Oruç”la ilgili bilgi verelim:
İslâmın beş şartından dördüncüsü, mübârek ramazân ayında, her gün oruç tutmaktır. Oruç tutmak bize, yâni ümmet-i Muhammed’e, hicretten [ya’nî Peygamber Efendimizin Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye hicretinden] on sekiz ay sonra, Şa’bân ayının onuncu günü, Bedir gazâsından da bir ay önce farz oldu.
“Ramazân” kelimesi, bilindiği üzere “yanmak” demektir. Çünkü bu ayda oruç tutan ve tevbe edenlerin günâhları yanar, yok olur.
İlk insan ve aynı zamanda ilk Peygamber olan Hazret-i Âdem’den i’tibâren bütün Peygamberlere (aleyhimüsselâm) ve ümmetlerine oruç farz idi. Kur’ân-ı Kerîm’de, Bakara sûresinin 183. âyet-i kerîmesinde, oruçun, “geçmiş ümmetlere de farz kılındığı” ifâde buyurulmaktadır...
Bilindiği üzere, İslâmiyette farz kılınan ibâdetlerin faydası, insanlara ya’nî o ibâdetleri yapan fertlere, âilelere ve cemiyetleredir. Yoksa Allahü teâlâ, insanların ibâdetlerine muhtâç değildir. İnsan namaz kılmakla, oruç tutmakla hem Allah’a karşı kulluk vazîfesini yapmış, hem de kalbini her türlü kötülüklerden temizlemiş olur. Çünkü namaz ve oruç insanı rûhen yükseltir ve kötülüklerden alıkoyar.
Aynı şekilde, Allah’ın emrettiği gibi mâlının zekâtını vermek ve muhtâçlara yardım etmekle de hem Allah’a karşı kulluk, hem de insanlara karşı insanî vazîfe yapılmış olur...
İslâm âlimlerinin büyüklerinden olan İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Mübârek ramazân ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nâfile namaz, zikir, sadaka ve bütün nâfile ibâdetlere verilen sevâp, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftâr verenin günâhları affolur; Cehennemden âzât olur. O oruçlunun sevâbı kadar, ayrıca buna da sevâp verilir; o oruçlunun sevâbı hiç azalmaz.
Bu ayda, emri altında bulunanların işlerini hafîfleten, onların ibâdet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur; Cehennemden âzâd olur. Resûlullah Efendimiz, bu ayda, esîrleri âzâd eder, her istenilen şeyi verirdi.
BU AYI FIRSAT BİLMELİ...
Bu ayda ibâdet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene, bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günâh işleyenin bütün senesi, günâh işlemekle geçer. Açıktan oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur. Namaz kılmayanın da, oruç tutması ve harâmlardan kaçınması gerekir. Bunların orucu kabûl olur ve îmânları olduğu anlaşılır.
Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibâdet etmelidir. Allahü teâlânın râzı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, âhireti kazanmak için fırsat bilmelidir.
Kur’ân-ı kerîm, ramazân ayında indi. Kadir Gecesi, bu aydadır. Ramazân-ı şerîfte, iftârı erken yapmak, sahûru geç yapmak sünnettir. Resûlullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi. İftârda acele etmek ve sahûru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtâç olduğunu göstermektedir. İbâdet etmek de zâten bu demektir.
Hurma ile iftâr etmek sünnettir. İftâr edince, “Zehebe’z-zama’ vebtelleti’l-urûk ve sebete’l-ecr inşâallahü teâlâ” duâsını okumak, terâvîh kılmak ve hatim okumak önemli sünnettir.
Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslümân affolur, âzât olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır; Cehennem kapıları kapanır. Şeytânlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır.
[Allahü teâlâ, bu mübârek ayda onun şânına yakışacak şekilde kulluk yapmayı ve râzı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin.]
Ahmed Doğrusözlü
Ma’lûm olduğu üzere yaşamaktan maksat iyi işler yapmaktır. Aslında bütün insanların yaratılmalarındaki maksad da, Allahü teâlâya ibâdet etmeleridir...
İnsanlar; âlemlerin ve bütün mahlûkâtın yaratıcısı olan ve bilumûm ni’metleri, iyilikleri gönderen Allahü teâlâ tarafından, ibâdet etmeye, boyun bükmeye, duâ etmeye, sığınmaya ve O’ndan yardım istemeye çağırılmışlardır.
HAZRET-İ ÂDEM’DEN BERİ...
Bir mukaddime olarak bunları belirttikten sonra şimdi biraz da, “Ramazân” ayı ve “Oruç”la ilgili bilgi verelim:
İslâmın beş şartından dördüncüsü, mübârek ramazân ayında, her gün oruç tutmaktır. Oruç tutmak bize, yâni ümmet-i Muhammed’e, hicretten [ya’nî Peygamber Efendimizin Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye hicretinden] on sekiz ay sonra, Şa’bân ayının onuncu günü, Bedir gazâsından da bir ay önce farz oldu.
“Ramazân” kelimesi, bilindiği üzere “yanmak” demektir. Çünkü bu ayda oruç tutan ve tevbe edenlerin günâhları yanar, yok olur.
İlk insan ve aynı zamanda ilk Peygamber olan Hazret-i Âdem’den i’tibâren bütün Peygamberlere (aleyhimüsselâm) ve ümmetlerine oruç farz idi. Kur’ân-ı Kerîm’de, Bakara sûresinin 183. âyet-i kerîmesinde, oruçun, “geçmiş ümmetlere de farz kılındığı” ifâde buyurulmaktadır...
Bilindiği üzere, İslâmiyette farz kılınan ibâdetlerin faydası, insanlara ya’nî o ibâdetleri yapan fertlere, âilelere ve cemiyetleredir. Yoksa Allahü teâlâ, insanların ibâdetlerine muhtâç değildir. İnsan namaz kılmakla, oruç tutmakla hem Allah’a karşı kulluk vazîfesini yapmış, hem de kalbini her türlü kötülüklerden temizlemiş olur. Çünkü namaz ve oruç insanı rûhen yükseltir ve kötülüklerden alıkoyar.
Aynı şekilde, Allah’ın emrettiği gibi mâlının zekâtını vermek ve muhtâçlara yardım etmekle de hem Allah’a karşı kulluk, hem de insanlara karşı insanî vazîfe yapılmış olur...
İslâm âlimlerinin büyüklerinden olan İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Mübârek ramazân ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nâfile namaz, zikir, sadaka ve bütün nâfile ibâdetlere verilen sevâp, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftâr verenin günâhları affolur; Cehennemden âzât olur. O oruçlunun sevâbı kadar, ayrıca buna da sevâp verilir; o oruçlunun sevâbı hiç azalmaz.
Bu ayda, emri altında bulunanların işlerini hafîfleten, onların ibâdet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur; Cehennemden âzâd olur. Resûlullah Efendimiz, bu ayda, esîrleri âzâd eder, her istenilen şeyi verirdi.
BU AYI FIRSAT BİLMELİ...
Bu ayda ibâdet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene, bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günâh işleyenin bütün senesi, günâh işlemekle geçer. Açıktan oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur. Namaz kılmayanın da, oruç tutması ve harâmlardan kaçınması gerekir. Bunların orucu kabûl olur ve îmânları olduğu anlaşılır.
Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibâdet etmelidir. Allahü teâlânın râzı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, âhireti kazanmak için fırsat bilmelidir.
Kur’ân-ı kerîm, ramazân ayında indi. Kadir Gecesi, bu aydadır. Ramazân-ı şerîfte, iftârı erken yapmak, sahûru geç yapmak sünnettir. Resûlullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi. İftârda acele etmek ve sahûru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtâç olduğunu göstermektedir. İbâdet etmek de zâten bu demektir.
Hurma ile iftâr etmek sünnettir. İftâr edince, “Zehebe’z-zama’ vebtelleti’l-urûk ve sebete’l-ecr inşâallahü teâlâ” duâsını okumak, terâvîh kılmak ve hatim okumak önemli sünnettir.
Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslümân affolur, âzât olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır; Cehennem kapıları kapanır. Şeytânlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır.
[Allahü teâlâ, bu mübârek ayda onun şânına yakışacak şekilde kulluk yapmayı ve râzı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin.]
Ahmed Doğrusözlü
NAAT - ARİF NİHAT ASYA
Seccaden kumlardı..
Devirlerden, diyarlardan
Gelip, göklerde buluşan
Ezanların vardı! .
Mescit mümin, minber mümin...
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere “amin”..
Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..
Kapına gelenler ya muhammed,
- uzaktan, yakından –
Mümin döndüler kapından...
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi...
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?
Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı...
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resûlüydün...
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?
Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!
Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!
Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği...
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.
Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir...
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.
Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi...
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği!
Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar...
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!
Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!
Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır...
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad...
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Arif Nihat Asya
Devirlerden, diyarlardan
Gelip, göklerde buluşan
Ezanların vardı! .
Mescit mümin, minber mümin...
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere “amin”..
Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..
Kapına gelenler ya muhammed,
- uzaktan, yakından –
Mümin döndüler kapından...
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi...
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?
Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı...
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resûlüydün...
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?
Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!
Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!
Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği...
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.
Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir...
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.
Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi...
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği!
Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar...
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!
Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!
Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır...
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad...
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Arif Nihat Asya
DUYURU
MAB-ED olarak 13 Ağustos 2010 tarihinde yayın hayatına geçirdiğimiz bu mütevazi sayfamızda isimlerimizin baş harflerini kullanarak,düşüncelerimizi yazılaştırarak sizlerle paylaşacağız. 2 kişiyle açılan bu sayfa sizlerin katılımıyla daha da büyüyeceğine inanıyoruz.
Sayfamızda MAB ve ED olmak üzere 2 tane yazar bulunmaktadır. Eğer sizde yazılarınızın yayınlanmasını istiyorsanız,bizimle iletişim kurmanız yeterli olacaktır,uygun görüldüğü takdirde sizinde yazılarınızı yayınlayacağız.Ayrıca ANONİM yazılarda sayfamızda yer alacaktır.Saygılarımla...
MAB-ED
HOŞGELDİNİZ
Kendi imkanlarımız çerçevesinde açmış olduğumuz bu mütevazi sayfada,sizleri aramızda görmekten mutluluk duyuyoruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)